Kıyamet sonrası bir atmosferde açılan filmde, Amerika'nın en ikonik şehirlerinden biri olan Manhattan, artık tanınmaz haldedir. Şehir ikiye bölünmüştür: bir taraf askerî kontrol altındadır, diğer taraf ise devletin tamamen elini çektiği, çeteler arasında bölünmüş bir anarşi bölgesidir. Bu kısıma devletin ve askerin müdahalesi yoktur. Güç, silahı ve adamı çok olana aittir.
İşte bu karmaşanın ortasında, Alma adında bir kadın, kaybolan küçük oğlunu bulmak için yasak bölgeye adım atar. Askeri bölgenin güvenli sınırlarının ötesine geçmek, ölümle burun buruna gelmek anlamına gelir ama Alma için annelik içgüdüsü her şeyin önündedir. Oğlunun çeteler tarafından kaçırılmış olabileceği düşüncesi, onu harekete geçirir.
Manhattan’ın terk edilmiş binaları, yanmış arabalarla dolu sokakları ve insanlığın unuttuğu bir hukuk anlayışı içinde, Alma’nın karşısına türlü türlü karakterler çıkar. Kimisi yardım etmeye çalışır, kimisi onun umutla dolu yürüyüşünü fırsata çevirmeye. Ancak Alma kararlıdır. Onun için artık geriye dönüş yoktur.
Yol boyunca iki büyük çete lideri arasındaki güç mücadelesine tanık oluruz. Bu savaş, sadece Alma’nın değil, şehirde hayatta kalmaya çalışan herkesin kaderini belirleyecektir. Alma, tarafsız kalmaya çalışsa da, oğlunun izini sürdükçe bu çatışmanın tam ortasında kalır. Artık sadece oğlunu değil, kendi hayatını da kurtarmak zorundadır.